2000 “Kentte Yaşamanın Sorumluluğu: Kentlileşme”,
ONBEŞGÜN DERGİSİ, Sayı: 1, Ocak 2000, Eskişehir, Sayfa: 4–5.

 

KENTTE YAŞAMANIN SORUMLULUĞU: KENTLİLEŞME

Kemal ULUDAĞ

Kentleşme, sanayileşmeye ve iktisadi gelişmeye paralel olarak kent sayısının artması ve kentlerin aşırı büyümesi sonucunu doğuran, toplumsal yapıda ve yaşamda, insan davranışları ve ilişkilerinde kente özgü değişimlere yol açan nüfus birikimi sürecidir.

Kentleşme sürecindeki fiziki değişimlerin dışında, toplumsal ve bireysel yaşamda da değişimler kaçınılmaz olarak ortaya çıkar. Bu değişim ve uyum çabası ‘kentlileşme’ olarak adlandırılır.

Kentlileşme, bireyin kent yaşamına, kültürüne ve bu kültür yumağında yer alan “kente özgü” tavır, davranış ve değerleri benimseme, aynı zamanda yerine getirme süreci ve çabası olarak tanımlanabilir.

Toplum, yalın bir ifadeyle ortak bir kültüre sahip bireyler topluluğudur. Bu tanımdan hareketle, köy ve kent toplumunun kendilerine özgü birbirinden farklı kültürleri ve buna bağlı olarak yaşama biçimleri olduğu kaçınılmaz bir gerçektir. Sosyo ekonomik nedenlerle kentin büyümesi ve de özellikle nüfusun köyden göçlerle hızlı bir biçimde artması, günümüz kentlerinde farklı iki kültürün bir arada bulunmasını zorunlu kılar. Bu açıdan günümüz kentleşmesinde kentlileşme, bir kültür sorunu olarak karşımıza çıkar.

Kentleşme ve kentlileşme tanım ve açıklamalarından anlaşılacağı gibi, büyük kentlere sahip olmanın kentleşmeyi ya da kentte yaşamanın kentlileşmeyi sağladığı söylenemez.

Köyden kente taşınmakla veya varoşlardan kent merkezine taşınmakla yani mekan değiştirmekle insan değişebilir mi? Başka bir ifadeyle kentte oturmak, kentte yaşamak, kentli olmak kentlileşmek midir?

Toplumsal yaşam, bir toplum içinde yaşama, önce bir istenci ortaya koyar: O toplumun üyesi olmayı, yani o toplumun bireyi olmayı istemek. (1)

Bir topluma katılmak istemek ve katılmak o toplumun kurallarını kabul etmek anlamına gelir. En basit bir şans oyununun bile kuralları vardır ve oyuna katılmakla o kuralları kabul etmiş olursunuz ve uyarsınız. Kentte yaşamayı kabul eden oturan insan da kentlileşmek, kentin bir bireyi olmak zorundadır.

Birey olmak ise, o toplumun içindeki seçenekleri fark edebilmek ve en çağcılı yakalayabilmek demektir. O seçenekleri algılayamayan bir kimse, bırakın bir kişi olmayı, bir birey dahi olamaz. Bırakın yönetici olmayı, bir yönetilen bile olamaz. Yani o toplumda yeri yoktur, işi yoktur; bir sürüyü, bir güruhu oluşturan, sayısal değerden biridir sadece. (2)

Şehri bir şehir gibi, kenti bir kent gibi yaratmak ve yaşatmak, tartışmasız o şehrin, o kentin her bir bireyinin ilk yükümlülüğüdür. Fakat bu yükümlülüğü yönlendiren, kontrol eden, gerektiğinde pekiştiren ya da ket vuran ise yöneticilerdir, yönetime aday olanlardır, yönetime gönüllü çıkanlardır. İşte bunun içindir ki yaşam bölgelerine öncelikle yöneticiler damgasını vurur, halkından, ahalisinden çok. (3)

Kentlileşmek, ister sade bir vatandaş olarak, ister bir yönetici olarak, yaşanılan kente uygun yaşantı sorumluluğunu yerine getirebilmek ve de bu kentin çağdaş ve çağcıl ölçekte yaşantı koşullarına ulaşabilmesi konusunda bir emek ve katkı sağlamakla mümkündür.

1, 2 Sıtkı M. Erinç, “Bir Estetik Olgu Olarak Kentleşme-Kentlileşme”,
SANATIN BOYUTLARI, Çınar Yay., İstanbul, 1998, s. 118, 3a.g.e., s. 122